- 0 356 317 97 66
Depremde
yaralananlar acil şifa bulsun, Hakkın
rahmetine kavuşanların mekanları cennet olsun.
Ani olarak
gerçekleşen doğal kaynaklı olaylara afet denir. Ülkede can ve mal kaybı
açısından en fazla yıkıcı etkiye neden olan afet türü ise depremdir.Türkiye’de
depremler sıklıkla yaşandığı için ciddi anlamda can ve mal kayıplarına neden
olmaktadır.
Türkiye,
bulunduğu coğrafya ve tektonik yapısı nedeniyle yıkıcı depremlere uğrayan
ülkelerin önde gelenlerindendir. Ülkemiz, Kuzey Anadolu Fay Hattı, Doğu Anadolu Fay
Hattı ve Batı Anadolu Fay Hattı denilen üç deprem kuşağını bağrında barındırması nedeniyle 1500'lü
yıllardan itibaren 20’den fazla 7 büyüklüğünün üzeri depremle sarsılıp yüreklere od düşüren afetler yaşamıştır.Bunlardan
bazılarını:
10 Eylül 1509'da 7,2 büyüklüğünde "Büyük
İstanbul Depremi", 23 Şubat 1653'de 7,5 büyüklüğünde "Doğu İzmir
Depremi", 17 Ağustos 1668'de 8 büyüklüğünde "Anadolu Depremi",
10 Temmuz 1688'de 7 büyüklüğünde "İzmir Depremi", 3 Nisan 1881'de 7,3
büyüklüğünde "Sakız Adası Depremi", 10 Temmuz 1894'te 7 büyüklüğünde
"İstanbul Depremi", 18 Kasım 1919'da 7 büyüklüğünde "Ayvalık
Depremi", 7 Mayıs 1930'da 7,6 büyüklüğünde "Hakkari Depremi",27
Aralık 1939'da 7,9 büyüklüğünde "Büyük Erzincan Depremi”, 1942'de 7
büyüklüğünde “Tokat Erbaa Depremi”, 26
Kasım 1943'te "Samsun Ladik Depremi",19 Ağustos 1966'da “Muş Varto
Depremi”,24 Kasım 1976'da 7,5 büyüklüğündeki “Van Muradiye Depremi”biçiminde saymak
mümkündür.
1719
İstanbul depreminden sonra Ahmed Receb El-Konstantinî tarafından yazılmış,
şimdiye kadar bilinen ilk deprem kitabı “Risâle-i Zelzele”dir. Eserde, depremin
şiddeti, etkisi, yıkılan binalar vb. konularda bilgi verilmektedir. Ayrıca depremlerin meydana gelişiyle ilgili halk
arasındaki söylentilerden de söz edilmektedir.
Bu
kadar çok deprem felaketi yaşayan halkımızda depremlerle ilgili çeşitli
inanışlar ortaya çıkmış, bunlardan
dağların depremin etkisini azalttığı inancı gibi bazı inançlar halk
hafızasına yerleşmiştir. Bu nedenle kayalar üzerine yapılan binaların sağlam
olduğu inancı yaygındır.
Âşıklar
tüm yurdu derinden etkileyen depremlere kayıtsız kalmamış, duygu düşünceve
dileklerini sazlarının tellerine dökmüşlerdir.Destanlar her ne kadar tarihi belge
olmasa da içerdikleri konular bakımından zaman zaman tarihe ışık tutmuşlardır.
Depremlerin
binlerce insanı yaşamdan koparıp çoğu insanı sakat, pek çok çocuğu yetim ve
öksüz koyarak geride bıraktığı acı
manzara duygu seli olup âşıkların dilinden teline efkâr köprüsü
olmuştur.
Yüreğimiz
beton altında üşür
Bu
depremler bizi yaktı kardeşim
Bakın
üstümüzde taş toprak durur
Gözümüzde
şimşek çaktı kardeşim (Alice)
*
Gelin
görün şu ellerinhalini
Betona
karışmış insan tenini
Ağıt
yakar kızı ile gelini
Bizimeller
deprem olmuş neyleyim (Ahmet Tolu)
*
Kara
duman çöktü deniz üstüne
Parçalandı
yerler yollar çaresiz
Telef
oldu canlar bin bir üstüne
Yükseldi
feryatlar kullar çaresiz (Âlimî)
*
Ölen
anam babam gardaşım bacım
Çaresizim
elde yoktur ilacım
Halim çok
perişan ben de muhtacım
Yoksul olduğumu bildi
bu deprem (Derdiyâr)
*
Bu ne acı Yarab deprem olayı
Haberi öğrenen duyan
ağladı
Acı çekti Erzincan’ın
alayı
Enkazda mevtayı sayan
ağladı(Devaî)
*
Sam değmiş de bağlar dökmüş
gazeli
Hanı harap olmuş Keşan
Erzincan
Nice yiğitleri nice
güzeli
Feleğin toruna düşen
Erzincan (Âşık
Veysel)
gibi deyişlerle âşıkların dilinde ve
telinde en gerçekçi ifadelerle anlatılan deprem olgusu,divan şairlerinde de
işlenen konulardan olup genellikle bazı ayet ve hadislere telmih yoluyla atıfta
bulunulup zelzele adıyla dile getirilerek işlenmiştir.
Deprem
şiirlerde genellikle yıkıcı, yok edici bir unsur olarak anlatılırken, bazen
de:. Nevizâde Atayi’nin:
Yirleşür yirinde sarsılduk canâ-be-kâr
Zelzeleyle
oldı müstahkem esâs-ı devleti
beyitinde olduğu gibi memduhun yani
Hz.Muhammed’in sevdiği şeylerin övüldüğü yerlerde yapıcı ve onarıcı bir
özelliğe sahip olarak verilmiştir.
Divan
şiirinde aşkla deprem arasında mecazen
ilişki kurulmuş, âşığın aşk yolunda çektiği çileler bedenini sarsan bir deprem
olarak yorumlanmıştır. Divan şairi Sadi’nin:
Lerze-nâk olsa n’ola tenleri üftâdelerün
Sâkin-i
sâha-i ʿaşkuz bulunur zelzelemüz
beyitinde, sevgiliden ayrı kalmış âşık
için bu ayrılık bir deprem gibidir denmektedir.
Divan
şiirinde çok kullanılan deprem olgusu kimi zaman yaşlılık döneminde ömür
binasını yıkan bir unsur gibi düşünülüp, yaşlılıktakititremeler SünbülzâdeVehbî’nin:
Düş
olduñâhraʿşe-i pîrîyeVehbiyâ
Bünyân-ı
ʿömrü yıkmak içündür bu zelzele
biçimindeki beyitinde olduğu gibi depremle ilişkilendirmiştir.
Yeni Türk şiirinde de deprem konusu
dizelere dökülmüş, Tevfik Fikret’in bir bölümü:
Bin
üç yüz ondu... Daha dün bu eski yıkıntıya sen
Konuk olmuştun,
Sanki sinirli ve
ateşli hastalar gibi yer
Birden
İçin için ve uzun
Bir sarsıntıyla
çırpındı, kırdı, yıktı... Kaygı
Ve korku soldurdu
yüzleri; evler, aileler
Birer döküntü oldu;
kalanlar hep ezik, yıkık;
Korkuyla boyun eğme
en onurlu başlarda,
Minarelerin bile
Yerde başı.
İnsan böyle uğursuz
bir vuruşla karşılaşınca
Birazcık uyanır.
Biraz uyanmak için
bin belâ... Ne kaba ders!
Sen işte böyle kara
günlerin konuğusun,
.............. (Tevfik
Fikret)
biçiminde olan Zelzele şiirinden başlamak üzere “şiir
kanayan yaraya seslenir” ilkesiyle hareket edip gerçekçi şiirler yazan
şairler:
bir suçlu var herkes
masum değil
bir suçlu var kaşeler
mühürler imzalar
bir suçlu var herkes
masum değil
müteahhitler azraille
ortak
ölümcül virüs gövdeye
girer gibi tarlaya giriyor
bağa giriyor bostana
giriyor
ormana giriyor ovaya
giriyor
talan ediyor
müteahhitler azraille
ortak
kaşeler mühürler
imzalar
ne yapsalar eser aynı
kılık değiştirmiş bay
giyotin oluyor
kurtuldum diyorum
susuyorum
susuyorum
hâlâ sallanıyoruz
sanıyorum
kurtuldum mu
bilemiyorum
acı o kadar çok ki
çıkış arıyorum
parmağa tutunmuş
minik bir el görüyorum
umut diyorum ve
unutma
bende harf harf
dağılacak kadar yumuşayan
kurtulmak sözcüğünü
sakince yerine bırakıyorum(Enver Topaloğlu)
biçiminde özgün şiirler yazmışlardır.
Kendimi de bu grup şairler arasında
hissedip kaleme aldığım şiirimle deprem gerçeğini sergiliyor, tekrar vefat edenlere mekanı cennet olsun diyor, yaralılara acil
şifalar diliyorum.
SESİMİ DUYAN VAR MI
Ateş düştüğü yeri
değil
Bütün ülkemi yaktı
On ilin
depreminde
Memleketim ağlarken
Yüreğim cayır cayır
yandı
Yerin dibinden gelen
sallantıyla
Kısa bir zamanda olup
biten dehşet anı
Bir canavar nefesi
gibi
Enkaz yığınları
arasında
Karanlığın çığlık
çığlığa telaşı
Uyandırdı insanları
Sanarsın kıyamet
ulakçısı
Sallayarak uyutmayı
biliriz beşik ardında
Sarsarak uyandırmayı
bilmeyiz
Gök yarılsa da
Kar, kış, kıyamette
Kıyamayız yavrumuza
Bölemeyiz uykusunu
telaş içinde
Dehşet saçan gürültüyle
Yüreklerde
hissettirip korku salarken artçı sarsıntılar
Yıkılmış
Çatlamış duvarların
dibinde
Anne sarılır
yavrusuna
Baba ses arar
yıkıntılar içinde
Sesimi duyan var mı
Mehmet
YARDIMCI