- 0 356 317 97 66
Daha önce “Ses Bayrağımız Türkçe(Bugün ve 732 Yıl Öncesi)” başlıklı bir köşe yazısı ele almıştım. Bugün o yazımın üzerinden tam on beş yıl, Karamanoğlu Mehmet Bey’in ise Türkçeyi resmi dil olarak ilan etmesinin üzerinden tam 747 yıl geçti. Beni düşünceye sevk eden şey ise Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türk coğrafyasında neden böyle bir fermana ihtiyaç duyduğudur. Kanımca bugün olduğu gibi o zamanda baş göstermiş olan dil yozlaşması tehlikesine karşı alınmış önemli bir karardır. Peki, günümüzde bu tehlike devam etmekte midir? Gelin isterseniz bu konuyu derinlemesine ele alalım. Ülkemizde dilimiz üzerine önem arz eden iki tarih vardır. Birincisi Türkçenin resmi dil olarak ilan edildiği 13 Mayıs 1277 diğeri ise Dil Bayramı olarak ilan edilen 26 Eylül 1932 yılında büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün katılımıyla gerçekleşen 1. Türk Dili kurultayının açılış günüdür.
Karamanoğlu Mehmet Bey’in fermanından ve önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." Sözünden yola çıkarak gücümüzün yettiğince, dilimizin döndüğünce çaba içerisine girdik. İlk olarak bu konuda hassasiyetini çok iyi bildiğim İngilizce Öğretmeni meslektaşım Ünsal SAPER ve eşim Tülay B.GÜNAYDIN ile 2006 yılında o zamanki Belediye Başkanımız Murat AYVALIOĞLU’na rapor hazırlayarak talepte bulunduk. Hazırladığımız bu rapor sonucunda Belediye Meclisimizden oy birliği ile “ilçemizde açılacak işyerlerine ve mevcut iş yerlerine Türkçe isim koyma zorunluluğu” kararı alınmış oldu. Bu alınan karar öylesine anlamlı bir karardı ki geçmişimizle geleceğimiz arasındaki en büyük köprümüz olan dilimizi yerelde de olsa koruma altına alma başarısını yakalamıştık.
Fakat aradan geçen onca yıldan sonra ne yazık ki bir ülke gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha anladım. Nasıl mı? Hepimizin malumu ülke yönetiminde üç önemli unsur vardır. Bunlar: Yasama/Yürütme ve Yargı. Şahsen yasa çıkarma noktasında çok bir eksiğimiz olduğunu düşünmüyorum. Sorunun ana kaynağının başta vicdanlarda sonrasında yürütme noktasında yeterli çaba içerisinde olduğumuzu zannetmiyorum. Eğer öyle olsaydı; bugün “işyerinde; tütün mamulleri ve alkollü içkiler tüketilmek veya beraberinde götürülmek üzere on sekiz yaşını doldurmamış kişilere satılamaz veya sunulamaz. Yaş konusunda tereddüde düşülmesi halinde satıcı, talepte bulunan tüketiciden kimlik belgesi talep eder.” İlgili kanun maddesine herkesin uyması gerekmez miydi?
Ne yazık ki belediyemizden de çıkan bu kararı hayata geçirmek şu ana kadar pek mümkün olmadı sanırım. Naçizane talebim Gaspıralı İsmail’in dediği gibi “Dilde, iş’te fikirde birlik” anlayışıyla şu an büyük aşama kaydettiğimiz Türk Dünyası ile olan bağımızı sağlamlaştırmak için dilimize yeni yabancı kelimelerin girmesinin önüne geçmektir. Burada söylediklerimden dil öğrenmenin tamamen karşısında olduğum gibi bir algı oluşmasın. Aksine günümüzde imkânlar elverdiği ölçüde ne kadar dil öğrenilebiliyorsa o kadar öğrenilmesi görüşündeyim. Benim itirazım bugün yeni açılan birçok işyerinde gördüğüm yabancı hayranlığı ile meydana gelmiş tabela kirliliğine ve başka dilleri özümseyip benimseme tehlikesinedir.Yani dil öğrenmeye sonuna kadar evet benimsemeye hayır görüşünü savunmaktayım. Özüne yabancılaşmanın hiç kimseye bir fayda sağlamayacağına inanıyorum. Ne yazık ki birçok değerimize yaklaştığımız gibi ses bayrağımız olan dilimize de sözde sahip çıkmayalım. Buradan yola çıkarak bir vatandaş olarak başta ilgili kurumlar olmak üzere bu konuya hassasiyet göstermelerini talep ediyorum.
Önderimizin "Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilâtımızın, dikkatli, ilgili olmasını isteriz." Sözüyle herkesi dilde gönül birliğinde buluşmaya davet diyorum.
Ali Orhan Günaydın
Eğitimci,şair ve yazar