“ENGELLİ” SÖYLEMİ LAFTA KALMASIN! İsmail ÇELEBİ Eğitimci

 

Birleşmiş Milletler 3 Aralık Günü’nü “Dünya Engelliler Günü” olarak kabul etmiştir. 1992 yılından beri engellilere toplumun, kurum ve kuruluşların dikkatini çekmek, farkındalık oluşturabilmek, maddi, manevi ve sosyal destek sağlamak amaçlı etkinlikler düzenlenmesi amaçlanmıştır.

            Amaç, niyet gayet güzeldir…

            Engelli kime denir?

            Öncelikle belirtmek gerekir ki; engellilik bir hastalık hali değildir.

            Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kabul ettiği engelli tanımına göre;

            “Normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar” engellidir.

            Her sağlam kişi bir engelli adayıdır, kimsenin sağlıklı doğup sağlıklı olarak öleceği konusunda güvencesi yoktur.

            Toplum bilinçlendikçe engellilere bakış açısı da olumlu yönde değişmektedir. Bir zamanlar alenen; kör, sağır, topal, lal, özürlü, deli, sakat vb kullanılan adlandırmalar günümüzde aşağılama sıfatı olarak görülmekte ve kullanılmamaktadır. Bir zamanlar okul adları körler, sağırlar okulu iken günümüzde böyle bir okul tabelası düşünülemez bile. 1980 yılına kadar engelliler için MEB bünyesinde şube müdürlüğü var iken bu gün genel müdürlük düzeyinde hizmet verilmektedir. 1983 yılında ilk defa bu alanla ilgili kanun (Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar Kanunu) çıkmıştır. Bütün bu durumlar elbette sevindirici gelişmelerdir.

            Bilinmeli ki;

            Nüfusumuzun ortalama olarak %10’nu engellidir. Bu da yaklaşık 8-10 milyon nüfusa tekabül eder ki bu sayı azımsanacak bir toplam değildir. İsveç, Norveç, Bulgaristan, Danimarka gibi daha birçok ülkenin nüfusundan fazla engelli vatandaşımız bulunmaktadır.

            Unutulmasın ki,

            Yüce Allah, Peygamberimiz Hz Muhammet Mustafa’yı tabir yerindeyse sadece bir engelli yüzünden “azarlamıştır”!

            Olay şöyle geçer: Peygamberimiz bir gün Kureyş’in ileri gelenlerine İslâm Dinini anlatmakta iken yanına gözleri görmeyen (âmâ, kör!) birisi gelerek “bazı şeyleri öğrenmek istediğini” söyler, fakat Peygamberimiz onunla yeteri kadar ilgilenemez, hatta yüzünü biraz da ekşiterek sırtını döner. Bu olaya istinaden Abese Suresi nazil olur. (Abese; yüz ekşitme, surat asma, kaş çatma anlamına gelir.)

            Abese Suresi’nin konuyla ilgili ayetleri:

            1, 2.Kendisine o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü.

            3.(Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak,

            4.Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek.

            5.Kendini muhtaç hissetmeyene gelince;

            6.Sen, ona yöneliyorsun.

            7.(İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne!

            8, 9, 10.Allah'a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona            aldırmıyorsun.

            11.Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur'an) bir öğüttür.

            Allah’ın açık, kesin ve bu net emri karşısında, oturup biz Müslümanlar biraz değil hem de çok derinlemesine düşünmemiz gerekmez mi?

            Dünya’nın diğer ülkelerine, Birleşmiş Milletlere kalmadan engelli bireyler konusunda en çok hassasiyeti Müslümanların göstermesi gerekmez mi?

            Görme engelli birey nedeniyle Peygamber gibi yüce zat Allah tarafından adeta sert bir şekilde uyarılıyorsa kim bilir biz kullar nasıl uyarılacağız, nasıl cezalandırılacağız ya da cezalandırılıyoruz?

             Yine rivayet o dur ki;

            Sultan Alparslan’ın galibiyetiyle sonuçlanan 1071 Malazgirt Savaşı’nda Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i esir alan askerin 1.55 boylarında Sadi adlı cılız, engelli bir asker olduğudur.

            Bu da demektir ki, Türklerin tarihinde engelli bireylerin de özel bir yeri vardır.

            Kendimiz, eşimiz, çoluğumuz/çocuğumuz, aile bireylerimiz, akrabalarımız ezcümle hepimizin çevresinde engelliler vardır, hepimizin de engelli adayı olduğumuz gerçeğini gözden ırak tutmadığımızda; bedensel olsun, zihinsel olsun bütün engellilere yaklaşımımız bizlerin sınav notudur. Madem bu dünya sınav dünyası… Bu toplumun bireyleri de, kurum ve kuruluşların yetkilileri de bu sınav sorusuna muhatap olacaktır. Peygamberin sınav verdiği bir konuda bizler kendimizi bu sınavdan muaf tutabilir miyiz?

            Engelli bireylerin:

            1. Ailesinin elinden tutarak utanmadan toplum içinde gezebilmeleri için,

            2. Caddede, sokakta, parkta, mesire, eğlence yerlerinde sorunsuz gezinebilmeleri için,

            3. Durumlarına uygun her türlü sosyal etkinliklerde yer alabilmeleri için,

            4. Yasaların tanıdığı her türlü haktan sınırlama olmaksızın yararlanabilmeleri için,

            5. Engelliliği düzeyinde üretime katkılarını temin etmek için,

            6. Her türlü binaya, kuruma erişimlerinin sağlanması için,

            …………………………………………………………………………….

            Üzerimize düşenler nelerdir, bu konudaki yasal haklarımız, yetkilerimiz, yükümlülüklerimiz, vicdani ve insani sorumluluklarımız nelerdir? sorularını hem vatandaş olarak, hem mahalli ve idari yöneticiler olarak mutlaka kendimize sormak, empati kurmak, bu konuda yol haritası/stratejik plan hazırlamak öncelikli görevimiz olmalıdır.

            Başta Kaymakamlık, Belediye ve diğer kurumlar ile sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek YEREL ENGELLİ ÇALIŞMA PROGRAMI hazırlayıp kamuoyunun bilgisine sunması ve bu programın uygulanmasının takibinin yapılması çok isabetli olacaktır, mevzuat buna uygundur.

            Hiç kimse, özelinde Zile’miz genelde ülkemiz için “Allah kimseyi oralarda engelli etmesin” dememelidir.

            Resmi ve özel kurumların yöneticileri 3 Aralık Dünya Engelliler Günü nedeniyle kendilerine sormalıdırlar; ENGELLİLER İÇİN NE YAPTIK, NE YAPACAĞIZ?

            Normal insanın dahi yürüyemediği kaldırım düzenlemeleri, kaldırımlara gelişigüzel dikilmiş levhalar ve direkler, yürümeye engel kaldırım işgali yapan esnaflar, park düzenlemeleri, toplu ulaşım araçlarında bulunması gereken engelli aparatları, uygun ses cihazları, iniş/çıkış rampaları, engelli liftler, okullar-hastaneler başta olmak üzere resmi kurumlara, bankalara, alış-veriş merkezlerine engelli erişimi, aile ve toplum eğitimleri, engelli huzurevleri vb başlıklar altında toplanabilecek çalışmalar…     

            Engelli bireyler acınmaya muhtaç değildir. Kendilerine özel ayrıcalık tanınsın da istemiyorlar. Diğer normal vatandaşların yararlandığı imkânlardan sosyal devlet olmanın gereği engel durumlarına uygun olarak kendilerinin yararlanması gerektiğini talep ediyorlar. En somut örnek; tuvalet ihtiyacı biyolojik bir ihtiyaç olup zorunlu karşılanması gerekir. Caddeye, sokağa çıkan veya bir kuruma, alışveriş merkezine giden engelli vatandaşımız için engelli tuvaleti var mıdır acaba? Bu yönde tedbir almak çok mu zordur?

            Bir hususu daha bu vesileyle vurgulamadan geçmeyelim: “Evde Eğitim” Alan Öğrenciler… Bu çocuklar engelli değildir ama özel eğitim almaları gerekir. Diyelim ilkokula, ortaokula, liseye giden bir çocuk trafik kazası geçirmiş, hastalanmış veya başka sebeplerle eve/yatağa aylarca mahkûm olmuş olabilir. Okula gidemeyen bu çocuk eğitim alamayacak mıdır? Sınavlara giremeyecek midir? Bu tip öğrencilere yetersizliklere rağmen evde eğitim verilmektedir. Evde eğitim hizmeti sadece okul müdürlüğü ile görevli öğretmene havale edilecek kadar da basit bir iş değildir. Eğitim Devletin asli ve devredilemez görevi ise Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere Devletin bütün kurumları,  diğer engelli bireyler gibi evde eğitim alan öğrencilerin de eğitim ve sorunlarıyla eşgüdüm içinde ilgilenmeleri gerekir. (Bu alan ayrıca ele alınacak bir konudur.)

            Sonuç olarak, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü kutlu olsun. Kutlu olmasına kutlu olsun ama bu kutlama sözde/mesajlarda kalmasın. Herkes üzerine düşeni yapıyor mu yapmıyor mu sorgulanmalıdır. Elbette ki en çok sorumlulukda toplum olarak hepimizde.

            Türk-İslâm kültürünün hâkim olduğu medeniyet beşiği bu topraklarda engelli bireylere gösterilen saygı ve hizmet diğer toplumlara örnek olmalıdır.

            İnanmayan Abese Suresi’ne  ve Romen Diyojen’i esir eden askere baksın!

            “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın”