KALPAKSIZ KUVAYIMİLLİYECİ…

 

(Baş not: Yazımız Uğur Mumcu’nun 25 Ağustos 1975 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı SESLENİŞ yazısıyla italik olarak yazılarak desteklenmiştir.)

 

            1980 öncesinin kuşağına bu başlık hiç yabancı gelmemiştir. Kuvayı Milliye sözü “Milli Kuvvetler” anlamına gelmekte olup Kurtuluş Savaşı yıllarında kullanılmıştır. Bu milli kuvvetlerin yıllar sonra kalpaksız olarak ruh bulduğu kişi ise Uğur Mumcu olmuştur. Kendisine ayrıca; Kalpaksız Kuvvacı, Sakıncalı Piyade, Araştırmacı Gazeteci gibi simgeleşmiş adlar konulmuş ve “Uğur Mumcu Gazeteciliği” gibi kavram da geliştirilmiştir.

            Lise yıllarımızda okumaya başladık Uğur Mumcu’yu. Cumhuriyet Gazetesi’nde “Gözlem” köşesi vardı. Kendi adıma gazeteyi başkasından da alsam ilk önce bu Gözlem köşesini okurdum. Harika yazılardı…

            “Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken, bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

            Vurulduk ey halkım unutma bizi!”

            Yazıların en çok hoşuma giden yönü ise her iddianın belgelere dayanması, bu belgelerin tarih ve sayı numaralarının dahi verilmesiydi. Bu usul meslek hayatımda adeta şiarım oldu. Belge, bilgiden önce gelecektir. Belge var iken bilgiye itibar edilmeyecektir. Bu gün dahi hafızalardan silinmeyen o ünlü sözü; “Bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olmak!” değil miydi? Bilginin en sağlam kaynağı da kuşku yok ki “Belge” idi. İşte Uğur Mumcu (UM) Gazeteciliğinin bence en can alıcı noktası bu idi. Dedikodu, duyum, mişler, mışlar, demişler UM Gazeteciliğinde yoktu. Ne yazık ki bu duruşun da bir bedeli vardı.

            “Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık, kışlık katlarımız, arabamız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.

            Öldürüldük ey halkım unutma bizi!”

            Kimdi bu Uğur Mumcu? Nasıl bir eğitim almıştı? Kendisini nasıl geliştirmişti?

            Kimlerin tekerine çomak sokmuştu da 24 Ocak 1993 gününde Ankara’nın Karlı Sokağı’nı kana, bütün vatanseverleri yasa boğmuştu? Arabasına C-4 tipi plastik bomba konularak patlatılmıştı da olay yerinde yapılan incelemede uzmanlar hiçbir delil bulamamış, etrafa dağılan delillerin de süpürgeyle süpürüldüğü dahi iddia edilmişti. Eskiden bir eylemi kim yapmışsa, yapan örgüt eylemi üstlenirdi, gazetelerden okur, radyolardan duyardık. Bu suikastı da; İslami Hareket, İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler üstlendi ama bu güne kadar katil/ler bulunabilmiş değildi!

             “Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terkedildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı, bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.

            Hücrelere atıldık ey halkım unutma bizi!”

            Ne mi oldu sonunda? Başbakan Süleyman Demirel ile Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, “UM cinayetini çözmenin, devletin namus borcu olduğunu” söylediler.

            1942 yılında Kırşehir’de doğan Uğur Mumcu (UM), ilkokulu Ankara Devrim İlkokulu’nda okurken mi acaba okulun adını içine sindirmişti? Ortaokulu da liseyi de Ankara’da bitirdikten sonra Ankara Hukuk Fakültesini de 23 yaşında tamamlayarak artık kalemini ve yüreğini rahat kullanmaya başlamıştı. Gerçi daha öğrenciyken “Türk Sosyalizmi” başlıklı makalesiyle Yunus Nadi Ödülü alarak yazılarından söz ettirmeye başlamış olacak ki fakültesinde öğrenci derneği başkanı seçilmiş ve hocası UM’yi asistan olarak yanına almıştır.

            Artık UM, bir taraftan da bedel ödemeye başlayacaktır. 12 Mart döneminde yazdığı bir yazıda “ordu uyanık olmalı” dediği için “orduya hakaret etmek, sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak” suçunu işlediği gerekçesiyle Mamak Askeri Cezaevi’nde bir yıl hapis yatar ve 7 yıl mahkûmiyet alır. Yargıtay kararı bozar da Mumcu serbest kalır, ama bir yıl Mamak’ın kahrını çekmiştir. Hukuk Fakültesi mezunları normalde askerliğini yedek subay olarak yaparlar ama UM, 1972-74 yılları arasında Ağrı/Patnos’ta er olarak askerliğini yapmak zorunda kalır, ülseri ilerler mide kanaması geçirir. Kendisine “sakıncalı piyade” denir.

            “Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde, öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.

            Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi!

            Kanserdik. Ölüm her gün bir sinsi yılan gibi, dolaşıyordu derilerimize. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında, bırakıp gittik bu dünyayı ecelsiz.

            Öldürüldük ey halkım, unutma bizi!

 

            Artık Cumhuriyet Gazetesi’nin köşe taşı yazarıdır. En çok okunanı, en çok arananı, en çok ta göze batanıdır. Sakıncalı Piyade, Bir Pulsuz Dilekçe kitapları yayımlanmış, dikkat çekmiştir. Hatta Sakıncalı Piyade’si tiyatroya uyarlanmış AST’de 700 kez sahnelenmiştir.

 

            “Giresun’daki yoksul köylüler. Sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler sizin için öldük.

            Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım unutma bizi!”

 

            1981’de terörün silah kaçakçılığıyla ilgisini netleştirmek ve halkı bu konuda aydınlatmak için yazdığı Silah Kaçakçılığı ve Terör kitabını yayımlıyor. Akabinde Papa’yı öldürme girişiminde bulunan Mehmet Ali Ağca üzerine araştırmalarını yoğunlaştırmaya başlıyor. Kırk yaşların verdiği cesaret herkeste bulunur mu bilinmez ama UM’de fazlasıyla olacak ki “Rabıta ve 12 Eylül” kitabını yayımlıyor, daha sonra 1919-25 dönemi Kürt-İslam Ayaklanması.

            “Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle, başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz-sualsiz vurdular.

            Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi!”

 

            Üretken, araştıran, düşünen, sorgulayan, mırıldanan değil yüksek sesle söyleyen bir kişilik Mumcu. Öğrenciliğini saymazsak 30 yıla bu kadar eseri nasıl sığdırmış diye düşünmeden edemeyiz; Sakıncalı Piyade, Kürt Dosyası, Tarikat-Siyaset-Ticaret, Kazım Karabekir Anlatıyor, Rabıta ,12 Eylül Adaleti, Söz Meclisten İçeri, Gazi Paşa'ya Suikast, Kürt-İslam Ayaklanması, Tüfek İcat Oldu, Papa-Mafya-Ağca, 40'ların Cadı Kazanı, Çıkmaz Sokak Devrimci ve Demokrat, Büyüklerimiz, Silah Kaçakçılığı ve Terör, Bir Pulsuz Dilekçe, Suçlular ve Güçlüler, Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi, Ağca Dosyası, Uyan Gazi Kemal, Saklı Devletin Güncesi " Çatlı vs. ", İnkılap Mektupları, Katiller Demokrasisi Hırsızlar Düzeni, Sahte Atatürkçülük, Kontrgerilla Öğretileri, Devlet-Silah-Adalet, Suçlular ve Güçlüler, Yolsuzluk- Şiddet-Bağımlılık, Laiklik Ruhuna Fatiha, Bomba Davası ve İlaç Dosyası, Söz Meclisten İçeri, Hukuk-Devlet-Aşiret, Amerika Küsmesin, Ata’m İzindeyiz, 12 Eylül ve Şeriat, Namuslu Olma Cesareti, Engelli Demokrasi, Bu Düzen Böyle Mi Gidecek, Kurtar Bizi Baba,  Demirel ve Çankaya, Alaturka Kapitalizm, Ermeni Mandacılar,24 Ocak Anayasası, Ortadoğu'da Amerikan Bilardosu, Eğilmeden Bükülmeden, Devlet Modası: Tek Yol Özal, Kuvvayı Ticariye Ruhu, Paşa Tasarrufları, Ortadirek Türküleri, Türkiye'nin Yapısal Özellikleri ve Anayasal Düzeni, Türk Memet Nöbete, Haram Düzeni, Askeri Marksizmden Demokratik Sosyalizme, Kemalizm Sendromu ve Pax-Amerikan, Kenanizm, Özalizm, Kır Çiçekleri, Petrol Bekçisi, Serbest Piyasa Ve Kemalizm, Tüfek İcad Oldu, Sevr mi Lozan mı? Arap Siyaseti… Bazıları, daha da var…

            Biz eserlerin adını bile okurken yoruluyoruz, yazdığı yazılar hariç… UM’nin kalemi hiç mi yorulmamıştı acaba?

            “Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk: Komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında, emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı, daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi.

            Bir kez anlamak istemediler bizi...

            Vurulduk ey halkım, unutma bizi!

            Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline, değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki, korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik, boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

            Asıldık ey halkım, unutma bizi!”

            Uğur Mumcu’nun adı çocuklara verildi, caddelere, sokaklara, parklara verildi, adına yarışmalar düzenlendi, yazıldı, çizildi, ilham alındı, örnek gösterildi. Peki Mumcu’ya kıyan, kıydıran katillerin adını bilen var mı? Sadece yaptıkları canilik kaldı.

            “Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı, bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.

            Korkmadan öldük ey halkım unutma bizi!..

            Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi.

            Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...”