- 0 356 317 97 66
(Baş not:
Yazımız Uğur Mumcu’nun 25 Ağustos 1975 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde
yazdığı SESLENİŞ yazısıyla italik olarak yazılarak desteklenmiştir.)
1980 öncesinin kuşağına bu başlık
hiç yabancı gelmemiştir. Kuvayı Milliye sözü “Milli Kuvvetler” anlamına
gelmekte olup Kurtuluş Savaşı yıllarında kullanılmıştır. Bu milli kuvvetlerin
yıllar sonra kalpaksız olarak ruh bulduğu kişi ise Uğur Mumcu olmuştur.
Kendisine ayrıca; Kalpaksız Kuvvacı, Sakıncalı Piyade, Araştırmacı Gazeteci gibi
simgeleşmiş adlar konulmuş ve “Uğur Mumcu Gazeteciliği” gibi kavram da
geliştirilmiştir.
Lise yıllarımızda okumaya başladık
Uğur Mumcu’yu. Cumhuriyet Gazetesi’nde “Gözlem” köşesi vardı. Kendi adıma
gazeteyi başkasından da alsam ilk önce bu Gözlem köşesini okurdum. Harika
yazılardı…
“Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla
caddelerden geçerken, bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak
katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım unutma bizi!”
Yazıların en çok hoşuma giden yönü
ise her iddianın belgelere dayanması, bu belgelerin tarih ve sayı numaralarının
dahi verilmesiydi. Bu usul meslek hayatımda adeta şiarım oldu. Belge, bilgiden
önce gelecektir. Belge var iken bilgiye itibar edilmeyecektir. Bu gün dahi
hafızalardan silinmeyen o ünlü sözü; “Bilgi
sahibi olunmadan fikir sahibi olmak!” değil miydi? Bilginin en sağlam
kaynağı da kuşku yok ki “Belge” idi. İşte Uğur Mumcu (UM) Gazeteciliğinin bence
en can alıcı noktası bu idi. Dedikodu, duyum, mişler, mışlar, demişler UM
Gazeteciliğinde yoktu. Ne yazık ki bu duruşun da bir bedeli vardı.
“Yoksulluğun bükemediği
bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç
kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi
kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık, kışlık
katlarımız, arabamız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte
attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım unutma bizi!”
Kimdi bu Uğur Mumcu? Nasıl bir
eğitim almıştı? Kendisini nasıl geliştirmişti?
Kimlerin tekerine çomak sokmuştu da
24 Ocak 1993 gününde Ankara’nın Karlı Sokağı’nı kana, bütün vatanseverleri yasa
boğmuştu? Arabasına C-4 tipi plastik bomba konularak patlatılmıştı da olay
yerinde yapılan incelemede uzmanlar hiçbir delil bulamamış, etrafa dağılan
delillerin de süpürgeyle süpürüldüğü dahi iddia edilmişti. Eskiden bir eylemi
kim yapmışsa, yapan örgüt eylemi üstlenirdi, gazetelerden okur, radyolardan
duyardık. Bu suikastı da; İslami Hareket, İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler
üstlendi ama bu güne kadar katil/ler bulunabilmiş değildi!
“Fidan
gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı
gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında,
işkencecilerin acımasız ellerine terkedildik. Direndik küçücük yüreğimizle,
direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı, bahar çiçekleri
gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar
insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım unutma
bizi!”
Ne mi oldu sonunda? Başbakan
Süleyman Demirel ile Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, “UM cinayetini çözmenin,
devletin namus borcu olduğunu” söylediler.
1942 yılında Kırşehir’de doğan Uğur
Mumcu (UM), ilkokulu Ankara Devrim İlkokulu’nda okurken mi acaba okulun adını
içine sindirmişti? Ortaokulu da liseyi de Ankara’da bitirdikten sonra Ankara
Hukuk Fakültesini de 23 yaşında tamamlayarak artık kalemini ve yüreğini rahat
kullanmaya başlamıştı. Gerçi daha öğrenciyken “Türk Sosyalizmi” başlıklı
makalesiyle Yunus Nadi Ödülü alarak yazılarından söz ettirmeye başlamış olacak
ki fakültesinde öğrenci derneği başkanı seçilmiş ve hocası UM’yi asistan olarak
yanına almıştır.
Artık UM, bir taraftan da bedel
ödemeye başlayacaktır. 12 Mart döneminde yazdığı bir yazıda “ordu uyanık
olmalı” dediği için “orduya hakaret etmek, sosyal bir sınıfın diğer sosyal
sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak” suçunu işlediği gerekçesiyle Mamak Askeri
Cezaevi’nde bir yıl hapis yatar ve 7 yıl mahkûmiyet alır. Yargıtay kararı bozar
da Mumcu serbest kalır, ama bir yıl Mamak’ın kahrını çekmiştir. Hukuk Fakültesi
mezunları normalde askerliğini yedek subay olarak yaparlar ama UM, 1972-74
yılları arasında Ağrı/Patnos’ta er olarak askerliğini yapmak zorunda kalır,
ülseri ilerler mide kanaması geçirir. Kendisine “sakıncalı piyade” denir.
“Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız
düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde,
öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı
gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım,
unutma bizi!
Kanserdik. Ölüm her gün bir sinsi
yılan gibi, dolaşıyordu derilerimize. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki
kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek,
yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz
iki yaşında, bırakıp gittik bu dünyayı ecelsiz.
Öldürüldük
ey halkım, unutma bizi!
Artık Cumhuriyet
Gazetesi’nin köşe taşı yazarıdır. En çok okunanı, en çok arananı, en çok ta
göze batanıdır. Sakıncalı Piyade, Bir Pulsuz Dilekçe kitapları yayımlanmış,
dikkat çekmiştir. Hatta Sakıncalı Piyade’si tiyatroya uyarlanmış AST’de 700 kez
sahnelenmiştir.
“Giresun’daki
yoksul köylüler. Sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki
işçiler, sizin için öldük. Adana’da paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan
işçiler sizin için öldük.
Vurulduk,
asıldık, öldürüldük ey halkım unutma bizi!”
1981’de terörün silah kaçakçılığıyla
ilgisini netleştirmek ve halkı bu konuda aydınlatmak için yazdığı Silah
Kaçakçılığı ve Terör kitabını yayımlıyor. Akabinde Papa’yı öldürme girişiminde
bulunan Mehmet Ali Ağca üzerine araştırmalarını yoğunlaştırmaya başlıyor. Kırk
yaşların verdiği cesaret herkeste bulunur mu bilinmez ama UM’de fazlasıyla
olacak ki “Rabıta ve 12 Eylül” kitabını yayımlıyor, daha sonra 1919-25 dönemi
Kürt-İslam Ayaklanması.
“Bağımsızlık,
Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen
ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa,
devleti yönetenler, gizli emirlerle, başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek
istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz-sualsiz
vurdular.
Yirmi
iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi!”
Üretken, araştıran, düşünen,
sorgulayan, mırıldanan değil yüksek sesle söyleyen bir kişilik Mumcu.
Öğrenciliğini saymazsak 30 yıla bu kadar eseri nasıl sığdırmış diye düşünmeden
edemeyiz; Sakıncalı Piyade, Kürt Dosyası, Tarikat-Siyaset-Ticaret, Kazım
Karabekir Anlatıyor, Rabıta ,12 Eylül Adaleti, Söz Meclisten İçeri, Gazi
Paşa'ya Suikast, Kürt-İslam Ayaklanması, Tüfek İcat Oldu, Papa-Mafya-Ağca,
40'ların Cadı Kazanı, Çıkmaz Sokak Devrimci ve Demokrat, Büyüklerimiz, Silah
Kaçakçılığı ve Terör, Bir Pulsuz Dilekçe, Suçlular ve Güçlüler, Vurulduk Ey
Halkım Unutma Bizi, Ağca Dosyası, Uyan Gazi Kemal, Saklı Devletin Güncesi
" Çatlı vs. ", İnkılap Mektupları, Katiller Demokrasisi Hırsızlar
Düzeni, Sahte Atatürkçülük, Kontrgerilla Öğretileri, Devlet-Silah-Adalet,
Suçlular ve Güçlüler, Yolsuzluk- Şiddet-Bağımlılık, Laiklik Ruhuna Fatiha,
Bomba Davası ve İlaç Dosyası, Söz Meclisten İçeri, Hukuk-Devlet-Aşiret, Amerika
Küsmesin, Ata’m İzindeyiz, 12 Eylül ve Şeriat, Namuslu Olma Cesareti, Engelli
Demokrasi, Bu Düzen Böyle Mi Gidecek, Kurtar Bizi Baba, Demirel ve Çankaya, Alaturka Kapitalizm,
Ermeni Mandacılar,24 Ocak Anayasası, Ortadoğu'da Amerikan Bilardosu, Eğilmeden
Bükülmeden, Devlet Modası: Tek Yol Özal, Kuvvayı Ticariye Ruhu, Paşa
Tasarrufları, Ortadirek Türküleri, Türkiye'nin Yapısal Özellikleri ve Anayasal
Düzeni, Türk Memet Nöbete, Haram Düzeni, Askeri Marksizmden Demokratik
Sosyalizme, Kemalizm Sendromu ve Pax-Amerikan, Kenanizm, Özalizm, Kır
Çiçekleri, Petrol Bekçisi, Serbest Piyasa Ve Kemalizm, Tüfek İcad Oldu, Sevr mi
Lozan mı? Arap Siyaseti… Bazıları, daha da var…
Biz eserlerin adını bile okurken
yoruluyoruz, yazdığı yazılar hariç… UM’nin kalemi hiç mi yorulmamıştı acaba?
“Yabancı
petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk: Komünist dediler. Ülkemiz
bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında,
emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı, daha da dik tutabilmekti
bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez
anlamak istemediler bizi...
Vurulduk
ey halkım, unutma bizi!
Henüz
çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline, değmemişti ellerimiz. Bir
sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş
ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki,
korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi
dimdik, boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi!”
Uğur Mumcu’nun adı
çocuklara verildi, caddelere, sokaklara, parklara verildi, adına yarışmalar
düzenlendi, yazıldı, çizildi, ilham alındı, örnek gösterildi. Peki Mumcu’ya
kıyan, kıydıran katillerin adını bilen var mı? Sadece yaptıkları canilik kaldı.
“Bizi
öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız
yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da
susmuşlardı, bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
bağırmamış insanların gözleri önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına,
demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan
öldük ey halkım unutma bizi!..
Bir gün
mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz
hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi.
Özgürlüğe
adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım unutma bizi,
unutma bizi, unutma bizi...”