- 0 356 317 97 66
20 Haziran 2025 Cuma günü 2024/2025 öğretim yılı sona
erdi ve ilköğretim ile ortaöğretimdeki yaklaşık 1 milyon öğrenci karne aldı.
Böylece takvimde bir değişiklik olmaz ise Eylül’ün 2’nci haftasına kadar “yaz
tatili” devam edecek…
Bütün öğrencilere
ve 1 milyonun üzerindeki öğretmenler ile diğer eğitim iş görenlerine hayırlı
uğurlu olsun…
Öğrencilere
verilen “karne” neyin belgesidir?
Bu belge
öğrenciyi, aileleri şımartır mı?
Bu belge
öğrenciyi, aileleri üzer mi?
Bu belge
öğrenciler arasında rekabet oluşturur mu?
Öğrenciler
arasında oluşan bu rekabet istenmeyen sonuçlar doğurur mu?
……………………………………………………………..
Sorular,
sorular, sorular!
Cevapları
tartışılan sorular…
Herkes
tarafından bilinen ve oluşan algı karne,
öğrencinin derslerde gösterdiği ya da gösteremediği başarının
belgesidir. Bu başarının genel adı öğretimde gösterilen performanstır. Karnede
bu başarının yanında öğrencinin eğitimde gösterdiği performans ile etkinliklere
katılımı da değerlendirilmiş olarak gösterilir. Bu değerlendirmelerde herkesin
dikkate aldığı husus derslerde gösterilen akademik başarıdır, zira sınıf
geçmede bu başarı esas alınır.
Değerlendirme kriterleri okul ve sınıflara göre doğal olarak
farklılıklar gösterir.
Çiftçi
tarlasından beklediği oranda alamadığı ürünün nedenlerini, bahçıvan sebze ve
meyvelerde görülen hastalıkların sebeplerini, besici hayvanından umduğu eti ve
sütü alamamanın etkenlerini kara kara düşünürken, bu sebeplerin giderilmesi
için uzmanlar dâhil herkese danışma gayreti güderken çocuğunda gördüğü
başarısızlığı hiç araştırma yapmadan doğrudan iki unsura bağlar, yakınmalar
başlar;
1. Bizim
çocuk çalışmıyor, çalışmadı, çalışmadı… Telefon elinden düşmedi, bilgisayarın
başından kalkmadı, internet kuşu oldu… Biz ne yokluklarla okuduk bu çocuk
varlık içinde okumuyor… Bak komşunun çocuğuna nasıl en iyi okulları kazandı,
bizim ki onun kadar bile olamadı… Neyini eksik bıraktım… Al dedin aldım, yiyim
dedin getirdim… Gibi, gibi…
2. Bizim
çocuğun okulunda, öğretmenlerin de iş yok ki! Bizim zamanımızda böyle miydi?
“Eti sizin, kemiği bizim denirdi”. Şimdi öğretmenler öğrencilerle bırakın
dövmeyi arkadaş gibiler. Onun için de çocukta öğretmen korkusu yok. Biz
hocaları sokakta görünce adeta saklanırdık. Öğretmenler ödev vermezler, verdiği
ödevleri bile kontrol ettirmezler. … Gibi, gibi…
Bu yakınmalar bazen öyle had safhaya varır ki,
çocuklardan evi terk edenler, ailesiyle kavga edenler, daha istenmedik durumlar
yaratanlar olur. Televizyon ve gazetelerde bu yönde çıkan haberleri dahi burada
işlemek bir eğitimci olarak şahsıma ağır geliyor.
Zira;
Tarlamızdan, bahçemizden, hayvanımızdan, arabamızdan,
alet ve makinalarımızdan alamadığımız performansın sebeplerini araştıran biz
babalar, biz öğretmenler, biz yöneticiler, biz yetkili ve etkili kişiler,
makamlar çocuk/öğrenci söz konusu olduğunda başarısızlığı nedenlerini minimize
etmek için yeterli çabayı gösteriyor muyuz? Üzerimize düşen sorumluluğu
hakkıyla yerine getiriyor muyuz?
Niye sormuyoruz?
1. Her
çocuk, her şeyi öğrenebilir mi?
2. Her
çocuk, bütün dersleri/konuları aynı hızda öğrenebilir mi?
3. Her
çocuk, aynı şeylere ilgi, benzer şeylere benzer tepkiler gösterebilir mi?
4. Her
çocuğun, ihtiyaçları, dikkatleri aynı mıdır?
Yürürlükteki uygulamaya göre;
Evet her çocuk, sofraya konulan her yiyecekten yemek, her
içecekten içmek zo-run-da-dır! Yemez-ise, içmez-ise, sınıfta ka-lır. Bu kadar.
Hani öğrenmenin temeliydi; ihtiyaca cevap, ilgiye hitap.
Hani ihtiyaca cevap yoksa, ilgiye hitap yoksa öğrenme de yoktu… Ama sistem
dayatıyor; ihtiyacına cevap vermese de, ilgine hitap etmese de
öğ-re-ne-cek-sin! Dolayısıyla bu dayatmanın adı öğrenme değil “ezberleme”
oluyor, bu ezber de çok sürmeden sönüp gidiyor.
Okul tarafından verilen “KARNE” bir ölçüde “KARİNE” dir.
Yani İPUCU’dur. Öğrencinin başarı ve gelişimiyle ilgili ipuçları vermektedir.
Bu ipin ucu öncelikle okula/öğretmene dayanır:
Öğretmen; adı üzerinde öğreticidir, öğretmenini sevmeyen
bir öğrenci o dersten başarılı olamaz. Okulundan nefret eden bir çocuk o okula
gitmek istemez. Örneğin Matematik derslerinden kaçan bir öğrenci öğretmen
değişikliği sonrasında bu dersin adeta sevdalısı olabiliyorsa bunun nedenini
öğretmen de aramak gerekmez mi? Ceberrut
yöneticilerin bulunduğu okullar ile Hababam Sınıfı’nın Kel Mahmut’unun
yönettiği okullar mukayese edildiğinde hangisinden daha kaliteli ürünler çıkar,
tartışılmaz bile…
Bu ipin ucu sonra aileye dayanır:
Çocuğunun okulunun adını, sınıfını, öğretmenlerini,
yöneticilerini bilmeyen, rehber öğretmenle ve diğer öğretmenlerle hiç
görüşmemiş, veli toplantılarına katılmamış, okulun etkinliklerinden haberi dahi
olmayan veli/aile bireylerinin gösterdiği ilgisizliğin çocukları üzerine aynen
yansımış olacağına hiç kuşku yoktur. Unutulmamalı ki, ailesi tarafından çocukta
oluşturulacak en küçük kıvılcım, alev topuna, yanardağa dönüşecektir. Aksi
halde oluşan kıvılcımın da söndürülmesi oluşan enerjiyi yok edecektir.
Bu ipin ucu nihayetinde topluma/çevreye dayanır:
Çocuk sonuçta çocuktur ve toplum içinde yaşamaktadır.
Modellerini toplum içinden seçmektedir. Örnek insanlar, örnek modellerdir.
Çocuk, ahlaki/etik değerlerini toplum içinde öğrenir. Maalesef ki, geliştirdiği
de olur, kaybettiği de. En yakın çevre, arkadaş çevresidir, sokak, mahalle
çevresidir. Yalanı, içkiyi, kumarı, kavgayı, üçkâğıdı, dalkavukluğu vb bu
çevrede öğrenir. Yetişkine basit gibi gelen bir davranış çocuğun üzerinde
kalıcı izli davranış olur. Anne, baba kendilerini soran birisine çocuklarına
“evde yok” dedirtirler. Çocuklarını kullanarak kendilerini kurtaran anne, baba
böylece çocuklarına olumsuz bir örnek olacaklarını hiç düşünmezler.
Sonuç olarak; okul tarafından verilen karnelerdeki
kriterlerin (değerlendirmelerin), karinelerin (ipuçlarının)
öğrencilere-öğretmenlere-toplumun bireylerine verildiği gerçeğinden hareketle
kendimizi sorgulamalı bu yönde bir organizasyona gitmeliyiz. Öncelikle
sorumluluk ve önderlik; Devletin kurum ve kuruluşlarındadır.