AH CUMHURİYET, VAH DEMOKRASİ…

 
İsmail ÇELEBİ - Emekli Bakanlık Müfettişi

29 Ekim 2025. Cumhuriyete kavuşmamızın 102’nci yılı. Bütün milletimize kutlu olsun.

            Mondros Mütarekeleriyle, Sevr Antlaşmalarıyla parçalara ayrılarak lokma lokma yutulur hale getirmeyi hayal eden ve iştahları kursaklarında kalan 7 düvel denilen emperyalist dünyaya karşı çelik zırh duruşu gösteren Mustafa Kemal’i, dava arkadaşlarını, şehitlerimizi, gazilerimizi sözümüzün daha başında şükranla, minnetle anıyoruz.

            Kanuni Sultan Süleyman döneminde yüzölçümü 5 milyon km²’yi bulmakta iken Sevr Antlaşması’yla 500 bin km²’lere düşen Osmanlı Devleti topraklarını yabancıların postallarından kurtarmak için bu millet yediden yetmişe canı pahasına topyekûn bir savaş verdi. Tahmini nüfusumuz 15 milyon bile yoktu.

            Evet bu millet topyekûn bir savaş verdi ama Cumhuriyet kurmak için vermedi. Savaş, Anadolu topraklarını düşman işgalinden (İhtilaf Devletleri)  kurtarmak için verildi. O günlerde yüzyıllardır süre gelen “Padişahım çok yaşa!” algısı daha çok etkiliydi. Mustafa Kemal’in aklında, beyninin bir köşesinde; “Vatan kurtulacak, saltanata son verilecek, cumhuriyet kurulacak” düşünceleri mevcuttu ve zamanı geldikçe uygulamaya konulacaktı. Çünkü ulu önder biliyordu ki; “Yakın tehlike en büyük tehlikedir.” O günlerde en büyük tehlike işgalcilerdi. İlk yapılacak iş düşmanı def etmekti.

            “Kartalın ufukta gördüğünü, kümesteki tavuğa anlatmak” elbette zor olacaktı, yenilikleri kabullendirmede önüne güçlükler hatta bazı mebuslar dahi çıkacaktı ama Cumhuriyet bilinci ruhuna işlemiş Mustafa Kemal “saltanatın kaldırılmasındaki” kararlılığını “Efendiler bu uğurda ihtimaldir ki bazı kelleler gidecektir” deme pahasına göstermiş ve aynı iradesini Cumhuriyetin ilanında da sürdürmüştür.

            Kurtuluş mücadelesinin verildiği yıllarda okuma yazma oranının erkeklerde %10’nun, kadınlarda %5’in altında olduğu dikkate alındığında “çoğunluğu cahil!” kalmış bir milletin Cumhuriyet gibi çağdaş bir yönetim sisteminin bilincinde olmaması normal karşılanabilirdi.

            Ama o dönemde öngörü sahibi, ileri düşünceli toplum önderlerinin olduğunu da burada not düşmek gerekiyor.  22 Aralık 1919 tarihinde Hacıbektaş’a uğrayıp türbeyi de ziyaret eden Mustafa Kemal postnişin Cemalettin Çelebi’ye misafir olmuş ve uzun uzun görüşmüşlerdir. Konuşmaların bir yerinde Cemalettin Çelebi, Mustafa Kemal’e;  “Paşa Hazretleri, cesaretli ve basiretli idarenizde Türk Milletinin düşmanı kahredeceğine inancım sonsuz. Yüce Allah'ın milletimize müyesser edeceği zaferden sonra Cumhuriyet ilanını düşünüyor musunuz?” diye sorar ve Paşa; “Evet Çelebi Hazretleri evet” diye cevap verir. Daha Cumhuriyet’in ilanına 4 yıl vardır ve Kurtuluş Savaşı henüz başlamış sayılır. Cumhuriyet kavramına yabancı olmayan, feraset sahibi kanaat liderlerinin destekleri de ayrı bir çalışma konusudur.

            Cumhuriyet, kavram olarak “cumhurun” yani “halkın yönetimi” anlamına geliyor. Ama yönetim şekli Cumhuriyet olan ülkelerle yönetim şekli “Krallık-Meşruti Krallık-Monarşi” olan ülkeleri birbiriyle mukayese etmek bile insanı düşündürüyor. Örneğin yönetim şekli Cumhuriyet olmayan ülkelerden bazıları; Avusturalya, Belçika, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere, Danimarka, Hollanda, İspanya, İsveç, Japonya, Kuveyt, Lüksemburg, Norveç vd.

            Bu ülkelerin kalkınmışlıkları üst düzeyde olan ülkeler? Peki, sorun nerede o zaman? Sorun elbette ki Cumhuriyet’te değil. Çünkü, ABD’nin yönetim şekli de Cumhuriyet ve dünyanın süper gücü.

            Çağın lideri Atatürk bu kaygıların da cevabını veriyor:

            “Efendiler! Artık bizim hükümetimiz müstebit bir hükümet değildir. Bir mutlaki veya meşruti hükümet de değildir. Bizim hükümetimiz Fransa veya Amerika cumhuriyetlerine de benzemez. Bizim hükümetimiz bir halk hükümetidir. Tam bir şura hükümetidir. Yeni Türkiye devletinde saltanat millettedir.”

            Demek ki sorun Cumhuriyet’in “Demokrasi” ile taçlandırılamamasında. Anayasamızda Cumhuriyetin nitelikleri çok güzel belirtilmiş. Bu niteliklere hayat kazandırıldığında Cumhuriyetimiz de bu yönetime nefes aldıran demokrasi de “Ah, vah!” denilmeden kurtulacaktır.

            Anayasa’da Cumhuriyetimizin nitelikleri ana hatlarıyla belirtilmiştir: 1-Toplumun huzur ve refahı esastır. 2-Adaletten vazgeçilemez. 3-İnsan haklarına saygı duyulur. 4-Atatürk milliyetçiliğine bağlı kalınır. 5-Demokratik ilkeler temeldir. 6-Türkiye laik olacaktır. 7-Sosyal bir hukuk devleti olunacaktır.

            Belirlenmiş bu Anayasal temel ilkelerin noksansız uygulanmasından kim rahatsız olabilir? Bu ilkeleri hayata geçirecek olan öncelikle memurundan-amirine, muhtarından-hükümetine kadar bütün Devletin yönetim kademeleri ve buna inanmış halktır. Bu da ancak demokratik kuralların yerleşmesiyle uygulamaya geçer ki sağlayacak olan öncelikle siyasi partilerdir.

            Yine Anayasamıza göre;           “Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.” O halde ilk akla gelen siyasi partilerin yapılarının demokratik olması gerekir. Yani halk tabiriyle; süt ile kaymağın uygun olması gerekir. Süt başka, kaymak başka olursa taban tavan uyumundan söz edilebilir mi?

            Her nedense her türlü kanun değişikliği aklına gelen siyasilerin Siyasi Partiler Kanunu değiştirmeleri akıllarına hiç gelmez! Seçmen, oy verdiği kişiyi/kişileri tanımıyor! Seçmen, oy verdiği partinin ilçe/il başkanını tanımıyor! Genel başkanı ve parti yönetimini seçen delegeleri kimin seçtiğini dahi seçmen bilmiyor! Bu yapıda dönen bir çark ne kadar demokratik ise bu çarkın ortaya çıkardığı sonuç da o kadar demokratiktir. Sonuçta, bir partinin üst yönetimini yaklaşık 500-1000 delege belirliyor? Bu delegeleri kim belirlemiş? Seçimsiz masa başında belirlenmiş.. Ne güzel işleyiş ! Ondan sonra başlansın “Demokrasi” nutuklarına!

            Cumhuriyet “kimsesizlerin kimsesi” olacak, ülke çağdaş ülkelerin seviyesinin üstüne çıkacak ise öncelikle siyasi partiler dahil bütün kurum ve kuruluşlar demokratik bir kimliğe kavuşmak, kavuşturulmak zorundadır.

            Cumhuriyet’in de , demokrasinin  de ahlara! vahlara! ihtiyacı yoktur. Ağlayıp sızlamakla, yakınıp dövünmekle Cumhuriyet hak ettiği yere gelebilir mi?