Kureyşan Ocağı ve Aşık Davut Sulari Sempozyumu

 
Dr. Mehmet YARDIMCI

Hemşehrimiz Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Yardımcı Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesinde yapılan Davut Sularî Sempozyumunda 41 Yıl Önce Zileli Âşık Nevruz Bacı ve Turhallı Âşık Kul Semaî’nin  Turhal’daki evinde yaptığı görüşmenin anılarına dayalı bir bildiri sundu.

            Yardımcı, bildirisinde Davut Sularînin İlk kez Turhal’da okuduğu türkülerle, bilinmeyen deyişlerini ve Semaî – Sularî atışmalarını su yüzüne çıkardı. Bu bildiriyle Davut Sularî’nin kendisi hakkında Yardımcı’nın bir yazı yazmasını vasiyet eder tarzda doğaçlama söylediği:

 

Davut Sularî’yem manâ okuram

 Hikmet culfasıyam metah dokuram

 SemaÎ’ynen sema raksın yapıram

 Muhabbetten kelam kılsa yardımcı

 *

 Gerçi Davut Sularî’yem aptal serseri biri

 İnsansın gezersin amma inan değilsin diri

 Hamdolsun ki yüzümde yok benim kıyamet kiri

 Sevgi sohbet şefkatinden bana karşı yaz görem

 *

 Mümin eller Hakk’a gayret

 Etmeyin nutkuma hayret

 Şimdi demde bir muhabbet

 Kurduğum yeter mi hocam

 

birer dörtlüğü biçiminde olan üç deyişteki vasiyetini önemseyip doğumunun 100. Yılında vasiyetini yerine getirmiştir.

 

  

Üniversite kütüphanesi için götürdüğü Başlangıcından Günümüze Türk Halk Şiiri, Türk Halk Edebiyatında Nesir ve Nazım Nesir Karışık Türler, Halk Bilimi Yazıları, Pir Sultan, Kul Himmet ve  16. Yüzyıldan Günümüze İz Bırkan Zileli Şairler  gibi on kitabı da Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Rektörü sayın Prof, Dr. Akın Levent’in odasında sunup kitaplar üzerinde konuşması, sempozyumdan kalan güzel anılardan bir parçası olmuştur.

            Dr. Mehmet Yardımcı’nın konuşma metnini sunuyoruz.

 

 

   

  

                               Kul Semaî                                Davut Sularî

 

TURHAL'DA ÂŞIK SEMÂÎ'NİN EVİNDE

DAVUT SULARÎ İLE BİR ANI

 

                                                                                                          Dr.  Mehmet YARDIMCI

17 Ocak 1985'te  sanatını icra ederken  Âşıklar kahvesinde bir atışma sırasında vefat eden, sazla bir ömür tüketen Davut Sularî,  güçlü bir söz ustası olmasının yanında  Siyah perçemlerin yar yar dökmüş yüzüne  gibi  dillerden düşmeyen türküleriyle usta bir müzisyen özelliğine sahiptir.

Âşıklık geleneklerinin tümünü yerine getirebilen atışmanın, leb değmezin, taşlamanın, güzellemenin en iyi örneklerini veren, bir şiirinde:

                        Pîr elinden içtim dolu

                        Öğrendim erkânı yolu

diyerek bâdeli âşıklar kervanına katıldığını belirten Sularî'yle  22 Kasım 1984’te Turhal’da, Turhallı Âşık Kul Semaî’nin evinde bir araya gelmiştik.

            Kırk yıldır sazına ses veren  iki usta âşık, âşıklık geleneğince halleşip, ayak tutup, atışıp bizlere;  âşığa, âşıklık geleneğine yaraşır bir gece geçirtmişlerdi.

            Derin bir halk bilimine sahip Sularî, Erzincan yöresinden bazı menkıbelerle Âşık Noksanî  için sorduğum bir soru nedeniyle Noksanî’nin kerametlerini anlattı.

 Sohbetine doyum olmayan  âşık sazını kucağına alıp Semaî’ye meydan açtı.  Doğmaca şiir okudu, benden ayak isteyip verdiğim ayakla atışıp Semaî’yle ustalıklarının hünerlerini bir bir sergilediler.

            İki usta âşık Kul Semaî ve  Davut Sularî’nin  bu denli samimi bir ortamda içtenlikle çalıp söylemeleri  her zaman yaratılabilecek bir olay değildi.  Şiirler ayak verilip doğaçlama (irticalen) söylendiğinden  teybe almayı uygun bulup kalıcı olmasını sağladık.

            Ne bilirdik ki  o  geceki  söyleyişlerinde:

                        Davut Sularî’yem mana okuram

                        Hikmet culfasıyam metah dokuram

                        Semaî’ynen sema raksın yapıram

                        Muhabbetten kelam kılsa Yardımcı

            ve

                        Gerçi Davut Sularî’yem aptal serseri biri

                        İnsansın gezersin amma inan değilsin diri

                        Hamdolsun ki yüzümde yok benim kıyamet kiri

                        Sevgi sohbet şefkatinden bana karşı yaz görem

diyen,  sanki kendisiyle ilgili bir yazı yazmamı vasiyet eden,  bu güzel geceden sonra memleketine giden Davut Sularî’nin kısa bir süre sonra acı haberi gelecekti… 

            Son dönemin en usta âşıklarının başında gelen Davut Sularî’ye Tanrı’dan rahmet dilerken teybe kaydettiğimiz şiirlerini ve sorduğum sorulara verdiği yanıtları gün ışığına çıkarmayı hem bu usta âşığa vefa borcu, hem de  halk kültürü adına kendime bir görev saymaktayım.

            Söze, Davut Sularî Turhal’a  gelince Kul Semaî’yi yerinde bulamayışına söylediği şiir ve  Sema’i’nin  söyledikleri ile başlayalım:

            Sularî:

                        Keçeli Rıza’ynan yollardan geldim

                        Seni bulamadım söyle nerdeydin

                        Gece sabaha dek kahve bekledim

                        Bir habercik veremedim nerdeydin

            Semaî:

                        Dün bir aşk atıyla seyyaha çıktım

                        Sen gelince olamadım ne deyim

                        Nice sözle gönül kalesin yaptım

                        Sen gelince olamadım ne deyim

            Sularî:

                        Rıza gider gelir kitlidir dükkân

                        Bilmem ki ne yerde pürhanda yâran

                        Yoldan gelmiş gayet yorgun bir kervan

                        Sohbetine eremedim ne deyim

            Semaî  

                        Sana derim ben bu candan geçmiştim

                        Yine gönüllere dükkân açmıştım

                        Zannetme ki kardeş senden kaçmıştım

                        Sen gelince olamadım ne deyim

            Sularî:

                        Hanedan kişiler bilirim kaçmaz

                        Dost sırrı baş gitse aduya açmaz

                        Senden başka kimse değerim biçmez

                        Meydanına varamadım nerdeydin

            Semaî:

                        Eşim ile davet üzere gittim

                        Aldım muhabbet bal okşayıp içtim

                        Söyle yoksa gardaş hata mı ettim

                        Sen gelince bulunmadım ne deyim

            Sularî:

                        Davut  Sularî  der ey canı canan

                        Bilirim haneden istermiş mihman

                        Sen benim derdime merhemler olsan

                        Elin ile saramadın nerdeydin

            Semaî:

                        Kul Semaî’m dostum dostu arardım

                        Geldiğine bilsen nasıl sevindim

                        İstersen emanet canım verirdim

                        Hizmetine eremedim ne deyim

            Âşık Davut Sularî, bildiğimiz gibi sazını hemen her konuda konuşturan doğaçlaması çok güçlü  usta bir âşıktır.

İşte Semaî’nin eşi Âşık Nevruz Bacı’nın çay getirmeyişini hemen sazı ile dillendirişi  şöyle olmuştur:

                        Beyler size benim dileğim vardır

                        Niçin halim sormaz bu Nevruz sultan

                        Uzak yoldan geldim gayet yorgunum

                        Neden bir çay vermez bu Nevruz Sultan

 

                        Almış yarin gelinleri konuşur

                        Sevdiği Semaî ile yarışır

                        Kelam derim dudaklarım buruşur

                        Noksan halim görmez bu Nevruz Sultan

                       

                        Davut Sularî’yem etse de ne hal

                        Muhabbet elinden olur şeker bal

                        Meclis ahbabıynan olan hasbihal

                        Herhal bizi kırmaz bu Nevruz Sultan

            Âşık Nevruz Bacı’ya bu söyleyişten sonra Semaî,  tezeneyi sazının teline vurup meydan açtı ustaca söyleştiler:

            Semaî:

                        Nevruz halim sormaz diye gücenme

                        Sormaktadır canım sorduğundandır

                        Gizli yaralarım sarmaz zannetme

                        Sarmaz zannettiğin sardığındandır

            Sularî:

                        Yarine bir hizmet dedim de kalktı

                        Yerine cevaplar verdiğindendir

                        Evet can ortağın hem can yoldaşın

                        Onun ile yola girdiğindendir

            Semaî:

                        Gelip şu dünyaya başını vurdun

                        Mevsim kış geliyor her hal üşüdün

                        Senin şu halini bilir umudun

                        Bilmez zannettiğin bildiğindendir

            Sularî:

                        Nevruz Sultan sana bir fener  idi

                        Divan oğlu kızı torunlar verdi

                        Sana arka verip haneni kurdu

                        El bağlı huzurunda durduğundandır

            Semaî:

                        Tenkit etme dostum haller sorulur

                        Sel kesilir yine çaylar durulur

                        Sana da bir canlı bina bulunur

                        Bulmaz zannettiğin bulduğundandır

            Sularî:

                        Derler ki bir ağaç dalıyla gürler

                        Kepenek altındra yatarmış erler

                        Keçeci gibi gerçekler pirler

                        Kudret kanadını gerdiğindendir

            Semaî:

                        Semaî  der Davut Sularî Baba

                        Bende bir can bir saz bir hırka aba

                        Neler neler yaratıcıdır Hüda

                        Bin saati bile sürdüğündendir

 

            Âşık Davut Sularî bu söyleyişten sonra sazına eğilip doğaçlama bir türkü okudu:

                        Ulu dağlar gibi kar olan başım

                        Gözlerimin yaşı sel değil ya ne

                        Hep kalkıp gidiyor bu zayıf döşüm

                        Beni taşa tutan el değil ya ne

 

                        Acaba var mıdır toprağın feri

                        Yağmurun yağışı çamurun dili

                        O nedir ağlatır şeyda bülbülü

                        Baharda açılan gül değil ya ne

                       

                        Davut Sularî’yem mana yetirem

                        Misafir olup da gaybe oturam

                        Her düşünce müşkilini bitirem

                        Adap erkân ile yol değil ya ne   

(Bu türküyü ilk kez Turhal’da doğaçlama okumuştur. bazı kayıtlarda ise mahlassız okunmaktadır.

            İçten ve duyarak okuduğu bu türküden sonra,  bana yönelip çevredeki halkbilim alanındaki çalışmalarımı bildiğinden sazına benim için ses verdi:

 

                        Biraz evvel dedik senin için heyhat

                        Muhabbet bezmini kursa Yardımcı

                        buradaki âşıklar cem-i mevcudat

                        Künye defterine alsa Yardımcı

 

                        Her sözüm terazi sazı bende tart

                        Çerik çürük varsa kaldırıp da at

                        İnsan bir değildir değişik sıfat

                        Fevzi kuvvetini bulsa Yardımcı

                       

                        Ben âşığım diyen vatanda çoktur

                        Yokla ki hurcunu bak gevher yoktur

                        Evet âdem Hak’tır kâinat Hak’tır

                        Bizi de gönlünde tutsa Yardımcı

 

                        Bir elinden alıp içmişem ahım

                        İnsiyatin dedi hikmet kitabım

                        Bezm-i elest etmiş hikmet şarabım

                        Can şikest olmadan verse Yardımcı

 

                        Doğumum Erzincan Çayırlı yerim

                        Böyle maadadır ol nazlı pirim

                        Ben bir mazlum canan demirem şirin

                        Fazilet künyesin bulsa Yardımcı

 

                        Davut Sularî’yem mana okuram

                        Hikmet culfasıyam metah dokuram

                        Semaî’ynen sema raksın yapıram

                        Muhabbetten kelam kılsa Yardımcı

 

            Âşığın coşması selin çağlaması gibidir.  Sel akar gider, önünde durulmaz daha. 

            Davut Sularî de öyle coştu, söyledi, söyletti peş peşe… Divanî ayağından okuduğu:

                        Ben derdi giriftarem ki deme hitabım yoktur

                        Cemali canandır gönlüm nikabım yoktur

                        Derdi giriftarem kırk altı yıldır derbederem

                        Ayaksız kütüphaneyem elimde kitabım yoktur

 

                        Gerçi mest-i  elestiysem   kendi ağamdan çoktur          

                        İçmişem bir meyhaneyem elde şarabım yoktur

                        Daim sökülürem dağlardan gelen sesim toktur

                        Kuru taşa dönmüşem ki inan toprağım yoktur

                       

                        Daha taze bir dal idim kendi bağımda bittim

                        Bir kasırga geldi aldı götürdü kökten yittim

                        Bilmezem ki bülbülü nalanı ol demden ettim

                        Kurumuş bir dal gibiyim inan yaprağım yoktur

 

                        Aşk ile dünya dolmuştur Davut Sularî inan

                        Bir zaman memurdum amma küllüden oldum bir an

                        Hepsi kaçtı gitti kalmadı yanımda bir yaran

                        Evim barkım harap olmuş inan otağım yoktur

            Yaşam öyküsünden bazı kesitler sergilediği bu duygulu ve çok güçlü söyleyişten sonra durmadı. Yine kendine özgü üslubuyla  doğaçlama divani okumaya  devam etti:

 

                        Fuzulî der âşık benem Mecnun’un adı vardır

                        Hele ne çeşit insanım kaleminle yaz görem

                        Bir bahar eyyamıyam ki sen bir kasırga gibi

                        Muhabbet yeli olup da bana karşı yağ görem

 

                        Hicran elemi değmiştir hicran ile dağlandım

                        Sanmayın ki ben dertliyim amma ta ki zağlandım                                  

                        Zincir-i aşk ile de girizgar olup bağlandım

                        Eğer zağrı velayetsen ben kendimi çiz görem

                       

                        Amma dostum el uzattın tepmem elin kenara

                        Zerre kadar söz gelince olmam nutku mubara

                        Gerçi âşık-ı  sadıksan inan vechi didara

                        İsterim ki daim dostta ak olacak yüz görem

                                  

                        Nice alem nice meclis nice zindanlar gördüm

                        Nice tabiplere gittim derdim devasın  sordum

                        Sokrat Eflatun’lar kaçtı orta yerlerde durdum

                        Ne olur yarama merhem varsa getir sür de görem

                       

                        Gerçi Davut Sularî’yem aptal serseri biri

                        İnsansın  gezersin amma inan değilsin diri

                        Hamdolsun ki yüzümde yok benim kıyamet kiri

                        Sevgi sohbet şefkatinden bana karşı yaz görem

 

deyip son dizelerinden benim için söylediği belli olan bu deyişten sonra yine bana yönelip “hocam” ayaklı bir söyleyişte bulundu.

 

                        Cemaat içinde kelam

                        Verdiğim yeter mi hocam

                        Gözlerinle mucizeler

                        Gördüğün yeter mi hocam

 

                        Muhabbet dediğin baldır

                        Erkân dediğinse yoldur

                        Yazdım kalem biten doldur

                        Serdiğim yeter mi hocam

 

                        Dönmem ben Hakk’ın yolundan

                        Çekmişim elin dilinden

                        Bunca muhabbet gülünden

                        Verdiğim yeter mi hocam

 

                        Mümin evler Hakk’a gayret

                        Etmeyin  nutkuma hayret

                        Şimdi demde bir muhabbet

                        Kurduğum yeter mi hocam

 

                        Hey Davut Sularî’m heye

                        El sundunuz candan meye

                        İkrarımız elif beye

                        Erdiğim yeter mi hocam

 

            Davut Sularî’nin peşpeşe söyleyişlerinden sonra Kul Semaî sazını kucağına alıp tezeneyi teller üzerinde gezdirmeye başladı.

İki âşığın da sazları kucaklarında idi.

Ayak istediler benden.  Gördüm   ayağını verdim usta âşıklara.

Ustaca işlediler ayağı:

 

            Semaî:

                        Çok şükür yaratan yüce Mevla’ya

                        Hakikatten haber verenler gördüm

                        Güneşsiz ahmaklar dünya bom boştur

                        Dağların arkasın görenler gördüm

            Sularî:

                        Hikmet pazarında Fevzi kudretin

                        Susuz değirmenler kuranlar gördüm

                        Hikmet göçündeyken kuru taş içre

                        Kurdun da rızkını verenler gördüm

 

            Semaî:

                        Halden bilmeyenler hala hoş değil

                        Kurumuş meyvede lezzet hoş değil

                        Yirminci asırda ilim boş değil

                        Gerçek bohçasını serenler gördüm

            Sularî:

                        Ariflerin bohçasını açınca

                        Orta yere gevherini saçınca

                        Değerin keşfedip baha biçince

                        Nice defterleri dürenler gördüm

            Semaî:

                        Hakikat yolunda gerçek yol diye

                        Arının yaptığı tatlı bal diye

                        Şu bizim Turhal’da can kurban diye

                        Muhabbet  çiçeği verenler gördüm

            Sularî:

                        Sensin be insafsız sormazsın beni

                        Sevgili uğruna koydum bu canı

                        Yalnız başıma ben kestirdim seri

                        Yar ile dert devran sürenler gördüm

            Semaî:

                        Çile çekmeyenler gülmez dediler

                        Eldeki boş kabı dolmaz dediler

                        Çağıranlar mahrum olmaz dediler

                        Sabredene murat verenler gördüm

            Sularî:

                        Sabır taşı olsa bile de çatlar

                        Elbet menzilini alır insanlar

                        Ben ademe bende yoktur kanatlar

                        Hakkın rızasına erenler gördüm

            Semaî:

                        Nice âşık sadık yollarda gezmiş

                        Kul Semaî türlü dallarda gezmiş

                        Mecnun Leyla için çöllerde gezmiş

                        Leyla diye Mevla görenler gördüm

            Sularî:

                        Herkes bulamazmış gani Mevla’yı

                        Her kul keşfedemez Davut Sularî

                        Defteri kudrette gerçek dünyayı

                        Ama çoğu yolda kalanlar gerdüm

 

deyip söyleyişi bağladıktan sonra Âşık Davut  Sularî’ye bazı sorular yönelttim. 

Bunlardan biri her ne kadar çeşitli kaynaklarda bulunsa da yaşamı üzerine kendi ağzından gerçek bilgileri alabilmekti. Sorduğum soruya verdiği yanıt:

            Babam Veli Ağbaba ile annem Rindi’den 1926 yılında Erzincan Çayır ilçesinde doğmuşum. Soyum Haşimi kabilesinden İmam Musa-i Kâzım’ın torunu İbrahim’i Mükerremin oğlu Seyit Muhammet Hayranî Veli’nin neslindenim. 17 yaşında manâ aleminde aşk meyi içmişimdir. Arap ve Fars devletleri ile on bir Avrupa devletinde halk şiirimizi tanıtma gayretinde bulundum. Çeşitli bilim adamları ile konferanslar verdim. Alman ve Fars dillerini iyi bilirim. 46 senelik saz şairiyim.

            Eski Türk geleneğini sürdüren âşıklardanım. 1980-1982 yılları arasında safkan Arap atımla Anadolu’yu karış karış dolaşıp 35 bin kilometre yol kat ettim.  Her köyde sazıma ses verdim. Sonra atımı Erzurum’un Mirseyit köyünde Mehmet Şahin’e verdim.

            Muzaffer Sarısözen ve Ulvi Cemal Erkin’in aracılığı ile  İstanbul radyosunda göreve başladım. 1950 yılından 1965’e kadar halk türküleri okudum. 1965’te ayrılıp isteğim üzerine serbest saz şairliğine devam ettim.   Biçiminde olmuştur.

            Biraz da türkü dinlesek dediğimde de şu türküleri seslendirdi:

 

            Siyah perçemini dökmüş yüzüne

            Salınarak gelen hümaya bakın

            Kimden söz işitmiş düşmüş hüzüne

            Keder yakışmayan simaya bakın

 

                        Yaktın yandırdın beni

                        Zalim aldattın beni

                        Ne dedim de darıldın

                        Bir pula sattın beni

 

            Ağ göğsün üstüne bir bağ biçilmiş

            Binbir çeşit çiçeklerden dikilmiş

            Dün uğradım bir ücraya çekilmiş

            Bulut mu kaplamış şu aya bakın

 

            Elin sitemini yar yar ağlarken gördüm

            Gül dibinde  kâhgül  sararken gördüm

            Bir seher akşamı çağlarken gördüm

            Davut Sularî deki  sevdaya bakın

 

            *

            Kirpiğin kaşına değdiği zaman

            Bekletme sevdiğim vur beni beni

            Sevdanın şafağı söktüğü zaman

            Diyardan diyara sür beni beni

 

            Saçların rüzgârı tel tel biçende

            Dudağın dilinden şerbet içende

            Gönlümde duygular ateş saçanda

            Alevden gömleğe sar beni beni

           

            Hasretin bırakıp özlem getiren

            Güllerin yerine diken bitiren

            Gönlümde yarayı açan o tren

            Ötünce hatırla yar beni beni

                       

            Tercan illerinden gelen bir güzel

            Açmış ağ göğsünü sallanır bir hoş

            Kınalanmış parmakları elleri

            Oturdu yanıma dilleri bir hoş

           

            Davut Sularî der bağrıma akar

            Hicranın ateşi canımı yakar

            Can alıcı gözle yüzüme bakar

            Naz u işve ile sallanır bir hoş

 

biçiminde  çaldı söyledi coşku ile. Âşıklık geleneğinin büyük ustalarından Davut Sularî'yi,   Kul Semaî’yi ve eşi Âşık Nevruz Bacı’yı özlemle anıyor,  ruhları şad olsun  diyorum.