- 0 356 317 97 66
Yazının bulunmasından önce her ulusta olduğu gibi Türk ulusunda da oldukça güçlü sözlü edebiyat geleneği vardır. Bu edebiyat geleneğinin ürünleri şölen, yuğ, sığır vb. adlarla anılan törenlerle yaygınlaşmış ve topluma mal olmuştur. Şaman, kam, oyun baksı, ozan gibi adlarla anılan kişiler ilk edebi türlerin üretici ve uygulayıcılarıdır. İlk şiirleri oluşturup kopuz adı verilen sazı devreye sokarak yarattıkları müzikli söyleyişler türkülerimizin ilk biçimlerini oluşturmuştur. Bu nedenle türküler edebiyatımızın ilk ürünleri sayılmalıdır.
Kam, baskı, ozan gibi sanatçılar müzik eşliğinde oyun türküleri ve şiirler okurken konu olarak kimi zaman efsanevi olayları, kimi zaman da dini ve toplumsal konuları dile getirerek ta başında türküleri şekillendirmişlerdir.
Şekillenen bu türküler, değişik Türk kavimlerinde aynı şeyi ifade etmek üzere farklı adlarla anılmıştır. Türkü için Azerbaycan’da mahnı, Başkurtlarda halk cırı, Türkmenlerde halk aydımı, Kırgızlarda eldik, Özbeklerde halk koşigi, Uygurlarda nahşa gibi sözcükler kullanılmıştır. Değişik Türk boylarında farklı sözcüklerle ifade edilen türkü kavramının Türke özgü anlamına gelen Türkî sözcüğünden türediği görüşü yaygındır. Türkü için yapılan bütün tanımlar da bu ortak noktada birleşmektedir.
Türk halkı Orta Asya’daki sosyal yaşamından kaynaklanan müzikten hiç kopmamış, halka halka genişleyip çeşitlenen ve yeni biçimlere bürünen müzik zevki hep varlığını korumuştur. Oyunlarda, düğünlerde, şölenlerde, savaşlarda hep müzik yerini almış, duygu ve düşünceleri kamçılayıcı görev üstlenmiştir. Türk halkının her gittikleri yere bu geleneği taşıdıkları gerçeği, Anadolu’nun yanı sıra Balkan türkülerinin canlılığında sergilenmektedir.
Türkler İslamiyeti kabulle, sazın ana yapısını bozmadan tür ve sistemlerini geliştirerek sesi, sazı ve ezgisiyle İslamiyete dayalı Türk müziğini oluşturmuşlardır. İslamiyete dayalı Türk müziğinin bünyesinde şiirimiz yeni bir şekle girmiş, ilâhi, âyin, tapuğ, hikmet, münacat, devriye vb. dini, tasavvufi türler ortaya çıkmıştır. Mevlevîler, tasavvuf müziğini kuralcı topluluk müziğinin bir kolu olarak almışlar, Türkçe sözlü âşık müziğine âyinlerde yer vermeyip âşığı tekkelerin dışına itmişlerdir. Âşıklara Alevi ve Bektaşi tarikatları sahip çıkarak edebiyatımızda deme, nefes, şathiye, duvaz gibi yeni türlerin oluşmasına neden olmuşlardır. Bunların yanı sıra din dışı konulardaki âşık şiiri de güzelleme, taşlama, ağıt koçaklama adları altında şekillenmiştir. Türkü ise topluluk içindeki acıları, sevinçleri, aşkları konu alan ve her çeşit şiir biçimiyle, uzun ya da kırık hava şeklinde söylenen en yaygın halk müziği türü olarak gelişimini sürdürmüştür.
Dertlerimize yoldaş, gizli sevdalarımıza sırdaş olan türkülere ilgimiz gençlik hatta çocukluk yıllarımızda başlar. Ne zaman bir köy türküsü duysak içimiz burkulur, nice anılar depreşir yüreğimizde.
Anadolu halkı türkülerle yatmış, türkülerle kalkmış, acısı sevdası dillere destan olup dört bir yana yayılmıştır. Anadolu insanı çocuğunu türkülerle büyütür. Anaların beşik ardında ünlediği ninniler, nice özlemleri, nice dilekleri dile getiren namesi kendine özgü sazsız türkülerdir.
Anadoluda genç, bağlamasıyla yoldaş olup sevdalarını, gizli sırlarını telin ucundan seslendirir. Yaşamın her aşaması türkülerde en çarpıcı ifadelerle yansır.
Acı günlerde ağıt, evlenmelerde kına türküsü, kahramanlık günlerinde koçaklama, yaşamın çeşitli durumlarında gurbet türküsü, iş türküsü, hapishane türküsü olup oyar yürekleri. Kimi zaman esen yelden, kimi zaman turnalardan yararlanır sesinin ulaşması için dilediğine. Türküler, halkın yaşam savaşının dile ve tele dökülen yansımasıdır. Halkımız türkülerle ağlamış, türkülerle gülmüş, yüreğini türkülerle dışa vurmuştur.
Türküler genellikle bir olay sonucu doğar. Önemli bir olay sonucu duygulanma türküyü yaratır. Bu nedenle her türkünün bir nikâyesi vardır.
Cahit Öztelli'nin dediği gibi "Beşikten mezara kadar her türlü günlük yaşantı olayları türkü yakılmasına neden olabilir." Hızır Paşa'nın Pir Sultan'ı zındana attırması olayı;
"Yürü Bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır"
türküsünü, 1315 doğumluların Kurtuluş Savaşı'na gidişleri;
"Hey Onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı"
türküsünü, bir ananın bebeğinin çamdan yapılmış bir beşikte yitirmesi olayı;
"Bebeğin beşiği çamdan
Yuvarlandı düştü damdan"
türküsünü, küçük bir çocukla evlendirilen genç kızın olayı;
"Sabah olur çocuk gider oyuna
Oynar oynar taş doldurur koynuna"
türküsünü, Kızılırmak'ta bir gelinin boğulması olayı;
"Kızılırmak nettin allı gelini"
türküsünü yaratan olaylardandır.
Türkünün doğuşuna neden olan olay kimi zaman gerçek ve yaşanan bir olay olduğu gibi kimi zaman da özlem, yurt sevgisi, doğa sevgisi, dini duygular ve kahramanlık duygularının ön plana çıkması sonucu da olmaktadır. Kimi türküler de halk hikâyelerinden ve âşıklardan halka geçmekte, bir süre sonra türküdeki kişisel izler silinip halkın ortak malı olmaktadır. Âşık Garip, Kerem ile Aslı, İlbeylioğlu gibi halk hikâyelerindeki bazı türküler bunlardandır.
Hikâyeleri bilinen pek çok olaylı türkü vardır. Bunlardan; Elazığ türkülerinden Çayda Çıra Yanıyor, Boş beşik, Muğla türkülerinden Ormancı (Çıktım Belen Kahvesine) ve Bodrum Hakimi, Bitlis türkülerinden Bitlis’te beş minare, Bolu türkülerinden Halimem, Fatsa türkülerinden Hekimoğlu, Ankara türkülerinden Misket, Nazilli türkülerinden Yörük Ali, Malatya türkülerinden Fırat Kenarı, Sarı Kurdelem, Kastamonu türkülerinden Sepetçioğlu, Sivas türkülerinden Kızılırmak, Silifke türkülerinden Ham Çökelek, Muş türkülerinden Havada Bulut Yok, Tokat türkülerinden Bağa Gel Bostana Gel ve Minarede Taş mı Olur, Almus türkülerinden Burçak Tarlası, İzmir türkülerinden İzmir’in Kavakları sadece birkaçıdır.
Kimi türküler de başka yörelerde yakıldığı halde olayla ilgili bir yer adı geçmesi nedeniyle o yöreye bağlanmaktadır. Örneğin, Bursa’nın Ufak Tefek Taşları türküsü Bursa türküsü değildir. Yine Bursa’da yakılan Cezayir Türküsü Cezayire bağlanmamalıdır. Kastamonu’da yakılan Çanakkale İçinde Vurdular Beni türküsü Çanakkale türküsü olmadığı gibi Zile’de yakılan Hey Onbeşli Onbeşli türküsü de Tokat türküsü değildir. Türkünün yakıldığı yer ve o yerdeki olay, olayın hikâyesi önemlidir. Türküyü il bazına bağlamak doğru değildir. Bu günün ilçesi yarının ili olmaktadır.
Âşığı bilinen kimi türküler de mahlası okunmayınca anonimleşmektedir.
"Fırgatlı fırgatlı ne inilersin
Allı turnam sinen parelendi mi"
biçiminde başlayan Esirî'ye ait bir deyiş son dörtlük söylenmediği için zamanla âşığın adı unutulmuş ve samah havasında okunan anonim bir türkü olarak halka malolmuştur.
Kimi türküler de okuyucuların bazı sözcüklerin anlamını bilmeyişi nedeniyle değiştirerek okumaları sonucu gerçek anlamını yitirmektedir.
Dert ehli olanlar dergâha gelir
Elbette arayan dermanın bulur
Sadık der ki kimde ne var kim bilir
Geşt ü güzâr ettim elde neler var
dörtlüğündeki gezme-tozma anlamındaki geşt ü güzar ettim sözü kimilerince çekti gülizar etti biçiminde okunup anlam yitirilmektedir.
Kimi türküler de farklı kaynaklarda değişik kişilere maledilerek okunmaktadır. Bu konuda Halil Atılgan çok önemli saptamalar yapmıştır. Örneğin:
El çek tabip el çek yaram üstünden
dizesiyle başlayan Tokat türküsü kimi kaynaklarda Emrah, kimilerinde de Veli adına kayıtlıdır.
Gönül gurbet ele varma
dizesiyle başlayan Gaziantep türküsü kimi kaynaklarda Sefil Ali, kimilerinde Emrah, kimilerinde de Karacaoğlan adına kayıtlıdır.
Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
dizesiyle başlayan türkü de Kul Himmet Üstadım, Pir Sultan Abdal ve Teslim Abdal adına üç değişik kaynakta görülen türkülerdendir.
Kimi türküler de cönklerde Türkü adıyla kayıtlı olup uzun süre söylenmediği için namesi unutulduğundan düz bir şiir gibi durmaktadır. Oysa bu türküler kim bilir âşığının ne derdinin, ne çilesinin, ne sevdasının tercümanı olmuş, ne yürekten söylenmiş türkülerdir.
Cönklerin tozlu sayfalarında unutulan ve söz yerinde ise namelerini arayan türkü sayısı oldukça kabarıktır. Özel arşivimde bulunan Zile kaynaklı Kirampalı Davulcuoğlu Bin Memet tarafından 19. yüzyıl başlarında tutulan bir cönkte çok sayıda Zile türküsü bulunmaktadır. Kaynaklarda yer almayan bu türküler şunlardır: Arifi’nin ilk dörtlüğü:
Boyunu benzettim selvi dalına
Mail oldum hallerine ey güzel
Cemalin vasfına yandım yakıldım
Pervaneyim yollarına hey güzel
biçiminde başlayan türküsü ile yine ilk dörtlüğü:
Dostum beni niçin zarıncıdırsın
Verdiğim ikrardan dönen değilim
Senden başkasına meyil vermedim
Uçup daldan dala konan değilim
biçiminde olan türküsü; ilk dörtlüğü:
Gönül arzuluyor gül yüzlü yari
Gözetirim geleceği yolları
Cihanın ihyası sebebi varı
Senden gayrı gözüm görmez elleri
biçiminde olan türküsü;Zileli Fevzî’nin ilk dörtlüğü:
Sabreyle ey gönül çile dolmamış
Erersin visale bir zaman olur
Kim ki sabreyledi maksudun buldu
Elbet de bir gün şaduman olur
biçimindeki türküsü; Halili’in ilk dörtlüğü:
Bir selam göndermiş yar gelsin diye
Gitmek bir şey değil ayrılık çetin
Göğsümden geriye çekmesin diye
Çekmek bir şey değil ayrılık çetin
biçiminde olan ve yedi dörtlükten oluşan türküsü;Hamdi’nin ilk dörtlüğü:
Erişti nev-bahar açıldı güller
Eyle şimden gerü zâr sarı bülbül
Bağrıma kâr etdi ol şirin diller
Yakdı ciğerimi nâr sarı bülbül
olan türküsü ile ilk dörtlüğü:
Yine bir ayrılık düşdü serime
Aşayım gideyim dağlar dumanlı
Bir ber-güzar vereyidim yârime
Bu günlerde ayrılacak zaman mı
olan türküsü ve yine Hamdi’nin ilk dörtlüğü:
Bir gönül düşürdüm çeşm-i âhuya
Cemali hüsnüne divane oldum
Aşk ile bend oldum ol mâh-ı rûya
Kaşları hilâle giryâne oldum
biçimindeki türkü;Kul Yusuf’un ilk dörtlüğü:
Açılsın gönlümün baharı yazı
Âşık olanların gamlıdır sazı
Ölürsem şehidim ölmezsen gazi
Vermişim yoluna seri sevdiğim
gibi olan türküsü; Zileli Sıtkı’nın ilk dörtlüğü:
Ayrılık zamanı geldi sultanım
Yakar bu sinemi nâr dertli dertli
Ah ettikçe kara batım sızılar
Ağlayıp edelim zâr dertli dertli
olan türküsü ile ilk dörtlüğü:
Efendim gurbette çekerim âhım
Yari yaranımı göresim geldi
Yüzü şems ü kamer gözleri mâhım
Canım parçasını göresim geldi
biçimindeki türküsü ve:
Seher yelidost eline varırsan
Selam söyle sultanıma hanıma
Fırsat bulup divanına durursan
Halimi arz eyle kerem kânına
türküsü; Zile’nin en eski âşıklarından Talibî’nin ilk dörtlüğü:
Cemalin seyredip meyil vereli
Sen ateş bırakdın özüme dilber.
Sual etmen bu bendene nereli,
Tütüyor hayalin gözümde dilber.
türküsü; Zileli Ceyhunî’nin:
Akıl beri gel beri gel
Bir gönüle nazar eyle
Ağız söyler kulak dinler
Öten dile nazar eyle
türküsü, Zileli Kâmil’in ilk dörtlüğü:
Ben o nazlı yârden uzak düşeli
Yâralı gönlümden gam eksik değil
Zile’den ayrılıp yanıp pişeli
Yaramın üstünden em eksik değil
olan türküsü arşivimizdeki cönklerde yer alan ve türkü adı ile kayıtlanmış deyişlerdir.
Umarım işin ehli birileri çıkar da elde sözleri bulunan ve Türkü adı ile kaydedilmiş Zile türkülerini yöre tavrı içinde havalandırır ve halk türküleri repertuvarına önemli bir katkı koyar.